21 Kasım 2016 Pazartesi

Coşkun Süer - Ankaragücü'nde 16 Yıl

Bu sayfalarda yer alan futbolcu portrelerinde şimdiye kadar genellikle eski kuşakların futbol oynama konusunda aileleriyle yaşadığı sorunları, büyüklerin top oynayan çocuklarına karşı olumsuz tavırlarını okudunuz. Arada istisnalar çıksa da, anne-babalar çocuklarının top oynamasına ya "Oku, adam ol" mantığıyla, ya dini gerekçelerle ya da ayakkabıların eskimesi gibi çok temel ekonomik bir sebeple karşı çıkıyor, çoğu zaman onları cezalandırıyordu. Bu yazıda ilk defa babası tarafından top oynaması - karşı çıkmak bir yana - teşvik edilen bir futbolcunun, Ankaragüçlü Büyük Coşkun olarak tanıdığımız Coşkun Süer'in hayat hikâyesini okuyacaksınız. Öncelikle Zonguldak'ta geçen çocukluk ve okul yıllarını, renkli anılarını anlatıyor Coşkun Süer:

"1943'te Zonguldak'ta, Üzülmez'de doğmuşum. İlkokulu Kilimli'de okudum. Babam Türkiye Kömür İşletmeleri'nde idari işler müdürüydü. Sonra babamın işi nedeniyle Karadon'a yerleştik. İki kardeştik. Benden yedi yaş büyük bir abim vardı, TKİ'de müdürlük yaptı, iki sene önce vefat etti. Futbola başlamam çok enteresandır. O zamanlar Zonguldak'ta en büyük takım Kömürspor'du. Ben 14-15 yaşlarındayken arkadaşlarımla yazın denize giriyorduk. Bir gün dediler ki hadi gidiyoruz, nereye diye sordum. Kilimli genç takımının A takımıyla maçı var dediler. İyi ben de gelip seyredeyim dedim. O zamanlar Karadon'da oturuyorduk. Maçı seyretmeye başlayacağız, bir kişi eksikmiş. Bana oynar mısın diye sordular. Ben kabul edince ayakkabı verdiler. O gün o kadar iyi oynadım ki, 'Bu kim? Nereden geldi?' diye sormuşlar. Maçtan sonra Kilimlispor'a almak için babama gelmişler. Babam o semti çok sigara içen, çok kumarcı var diye sevmezdi. Beni Zonguldak Gençlik kulübüne verdi. Yani ilk kulübüm Zonguldak Gençlik. Fakat o zamanlar öyle enteresan kurallar vardı ki, mesela ben okul takımında oynuyordum, lig takımında oynayamıyordum. 17 yaşından gün almadan kulüp takımında oynayamıyordun. Eğer okumuyorsan 16 yaşından itibaren oynayabiliyordun."


"Babam futbol oynamama mani olmadı. Annem çok karşı çıkıyordu. Zonguldak Çelikel Lisesinde okurken babamı bir gün okul maçına getirmişler. Orada aile yasak koyamıyor tabii. Demişler ki, gel oğlunu gör, ondan sonra annesine durumu ilet. Babam beni çok beğenmiş, anneme, 'Ben memurum, büyük oğlanı üniversitede okutuyorum, belki bu çocuğu okutamayacağım. Bu çocuğun istikbali belki futbolculuktur, buna mani olmayalım, ' deyince annem de tamam demiş. Okul yıllarına ait enteresan bir anım var. Bir okul maçında Ticaret  Lisesiyle oynuyoruz, o zaman ben kulüpte oynayamıyorum. 4-0 galibiz, üç golü ben atmıştım. Devre arası oldu, içeri girdik. Can Bey var, hâlâ yaşıyor Zonguldak'ta. Bana 'Ayakkabılarını çıkar,' dedi, çıkardım. Pat diye çivili ayakkabıları attı benim önüme. 'Bunları giy,' dedi. 'Hocam ne oluyor?' diye sordum. 'Okullar arası 100 metre müsabakasını devre arasına ayarladım. Pistte seni bekliyorlar, koş,' dedi bana. Hemen koştum sahaya, herkes beni bekliyor. Yerimi aldım. Tabanca patladı, fırladık. 11.6'yla birinci oldum. Soyunma odasına dönüp çivili ayakkabıları çıkardım, tekrar kramponlu ayakkabıları giyip sahaya çıktım."

Genç milli takım. Coşkun Süer orta sıra, sağ başta.
"Lisede okuduğum sırada Sabri Kiraz tarafından genç milli takıma seçildim. Ben zaten Zonguldak'ın yetiştirdiği ilk genç milli futbolcuyum, sene 1962. Fakat okul beni göndermedi. O zaman lise sonda, fen bölümünde okuyordum. Babam bu anlattığım olayı, anneme söylediklerini aynen müdüre de söylemiş. Müdür de peki demiş, ben öyle katıldım genç milli takıma. O zamanlar iki ay boyunca gidiliyordu, şimdiki gibi değildi. Mesela 1962 senesinde finaller Romanya'da oldu. Biz son dört takım arasına kaldık ve zaten o sene Avrupa dördüncüsü olduk. Genç milli takımla Fransa'yı, Macaristan'ı, İspanya'yı yenip yarı finale kaldık. Ev sahibi Romanya'ya yenilince finale kalamadık. Bu turnuvadan sonra liseyi bitirdim ve ardından Kömürspor'a geçtim. İki sene orada oynadım."

1962-64 arasında, henüz Zonguldakspor'un kurulmadığı yıllarda şehrin en güçlü takımı olan Kömürspor'da forma giymiş Coşkun Süer. Bu sırada şehrin spor tarihindeki önemli olaylardan birinde de yer almış. 1962-63 sezonunda Türkiye Kupası ilk kez düzenlenirken, Galatasaray'ın bu yeni organizasyondaki ilk rakibi Kömürspor olmuş. Genç Coşkun'un da forma giydiği bu maç onun unutulmaz anıları arasında yer almış: "Genç milli takımdan yeni gelmişim, Zonguldak Kömürspor'da oynuyorum. O sene ilk defa Türkiye Kupası başladı. Kurada bize Galatasaray çıktı. Kalede Turgay, sağ bek Candemir, sol bek Büyük Ahmet, stoper Ergun Ercins, forvette Yılmaz Gökdel, Talat, santrfor Metin Oktay, Kadri Aytaç, Uğur. Hiç yabancı futbolcu yok o zaman. Bir uzun top attılar bana, çok süratli olduğum için kaçtım. Turgay abiyle karşı karşıya geldim, karşımda bir dev gördüm. Topa mopa dokunamadım zaten. 5-0 kaybettik o maçı. İlk büyük maçım oydu."

Jandarmagücü takımı. Coşkun Süer üst sıra, sol başta.
1964'te askere giden Coşkun Süer ordu milli takımında oynamış: "Çok enteresandır, o zaman profesyonel futbolcular askere gittiği zaman kulüplerinde oynayamıyordu ama amatör olarak gittiğin zaman amatör güç takımlarında oynuyordu. O zamanlar Karagücü, Jandarmagücü, Havagücü gibi birinci lig ayarında inanılmaz takımlar vardı. Rahmetli Sepet Metin dediğimiz Kömürsporlu bir abim vardı, jandarmada askerdi. Seni jandarma yapacağım dedi. Jandarma oldum ve Jandarmagücü'nde oynadım. Sonra ordu milli takımına seçildim. Benim zamanımda çok meşhur oyuncular vardı. Galatasaray'dan Talat ve Uğur, Fenerbahçe'den Selim ve Nedim, Beşiktaş'tan rahmetli Güven, Demirspor'dan Muzaffer, Göztepe'den kaleci Ali Artuner, rahmetli Göztepeli Gürsel abi vardı. O kadar profesyonelin içinde tek amatör bendim. Onlar kendi kulüplerinde oynayamıyordu. Ordu milli takımıyla dünya şampiyonu olduk."

Ordu milli takımı formasıyla.
Askerliğini bitiren genç golcü 1966-67 sezonundan itibaren Ankaragücü forması giymeye başlamış: "Askerliğim biter bitmez çok şanssız bir dönem geçirdim. Beşiktaş kulübü benle anlaşmak üzereydi ve son beş ay boyunca, ayda 1.000 lira maaş verdiler ki, o zaman evden 100 lira geliyordu. Askerliğim bitince Beşiktaş'a gideceğim yani. Fakat askerliğim sırasında bana o kadar ağır spor yaptırdılar ki, ben çok süratli olduğum için silahlı kuvvetler çapında 100 ve 200 metrelerde üçüncülüğüm var. Hentbol takımında oynattılar. Futbol takımında oynadım. Çok yorulduğum için askerliğim bittiği an ağır bir sarılığa yakalandım. Babam Beşiktaş'a telefon etti, gelemiyor diye. Ankaragücü takımı beni Ankara'dan tanıdığı için ne olursa olsun biz onu alacağız dediler. Ben hiç hatırlamıyorum bile, bana yatakta imza attırmışlar ve parayı yatağa koyup gitmişler. Rahmetli babam anlatmıştı bunu."

Coşkun Süer'in katıldığı sezon (1966-67) Ankaragücü kadrosu. 

"Ertesi sene Ankaragücü'ne geldim, gol kralı Ertan abinin PTT'ye gittiği seneydi. O sene biraz oynayamadım tabii. Bu arada lifim koptu. Vücutta daha sarılıktan ötürü zehir var. Kulüp de beni bir an evvel oynatmak istiyor. İyi bir sezon geçiremedim. Ama ertesi sene oynamaya başladım. Fakat o sezon yani1967-68 senesi, iyi bir kadromuz olmasına rağmen küme düştük. Futbolda bir ters gittin mi gidiyorsun. Kazanamadık bir türlü. Battıkça battık. Hocamız Ziya Taner'di ki iyi hocaydı. O zaman zaten Türkiye'de fazla hoca yoktu. O zamanın hocaları 1- Gündüz Kılıç, 2- Sabri Kiraz, 3- Galip Türkkan, 4- Ziya Taner. Bana iz bırakan çok hoca yok. Ziya hoca çalıştırıyor bizi ama kaybediyoruz işte. Hatta köklü geçmişe sahip bir kulüp olduğumuz için bir maçta rakip koşmuyor ama şike değil. Fakat biz bir türlü gol atamıyoruz. Rakip oyuncu top benden gitsin diye santra civarından bir burun vuruyor, top gidiyor gol oluyor. Böyle maçlar yaşadık. O zaman bütün futbolcular toplandık, bunun bir tesadüf olduğunu bildiğimiz için, 'Biz bu takımı çıkarmadan hiçbir yere gitmeyeceğiz,' dedik. Nitekim ertesi sene açık puan farkıyla tekrar çıktık."

Ayaktakiler (soldan sağa): Coşkun Süer, Selçuk Yalçıntaş, Adnan Pirol, İsmail Dilber, Erman Toroğlu, Aydın Tohumcu.
Oturanlar: Metin Yılmaz, Zafer Göncüler, Köksal Mesçi, Melih Atacan, Remzi Hotlar.
"Sağ bek Remzi Adanalı bir çocuktu. Kör kurşunla öldü. Adana'da arabada giderken birisi silah atıyor, camdan giriyor.
Çok genç yaşta, daha futbol oynarken öldü çocuk."
Ankaragücü 1968-69 sezonunda, ikinci ligdeki grubunu şampiyon bitirmiş ama Coşkun Süer ummadığı bir ceza alınca o sezonun başında uzun süre forma giyememiş: "Birinci ligden düştüğümüz 1967-68 sezonunda son Vefa maçını oynuyoruz. Eğer o maçı kaybedersek düşüyoruz. Neticede 2-1 kaybettik. Kavga gürültü çıktı. Herkes birbirine girdi. Ben kenarda hiçbir şeye karışmadım. Ertesi sene ikinci ligde gol krallığına gidiyorum 18 golle, ikinci yarı sekiz maç ceza geldi bana Vefa maçından. Raporda benim numaramı yazmışlar yumruk attı diye. Maçın ertesi günü gazetelerde bizim takımdan Sakıp Özberk'in Candemir abiye yumruk atarken resmi vardı. Sakıp üç maç ceza aldı, ben sekiz maç. Ben yine de o sezon gol kralı oldum."

Günümüzün tamamen maddiyata dayalı dünyasında futbolcuların her sene bir başka kulüpte oynaması sıradan bir olay haline geldi. 1970'lerse profesyonellik olmakla birlikte farklı bir dünyaydı, kulüp değiştiren futbolcu azdı. Nitekim Coşkun Süer'de futbolculuk ve antrenörlük hayatının büyük bölümünü Ankaragücü'nde geçirmiş: "16 senem Ankaragücü'nde geçti. Ben santrfor ve sağ açık oynardım. Bize 1971 senesinde Fenerbahçeli Abdullah geldi. Ben 100 metreyi 11.6 saniyede koşardım, o da 11.3'te koşuyordu. İki tane forvet, jet gibi gidiyoruz. Ben sağ açık oynarsam o santrfor oynardı, o sağ açık oynarsa ben santrfor oynardım. Erman Toroğlu, İsmail Dilber, sağ bek Sarı Mehmet ya da Konyalı Mehmet, sol bek Müjdat Yalman, orta sahada rahmetli Tatar Metin, Selçuk Yalçıntaş vardı. Meşhur 'Haydi Bastır' tezahüratı bizim dönemimizde çıkmıştı. 40 bin kişi gelirdi maçlara. İstanbul takımlarıyla oynadığımız zaman binlerce kişi 'Haydi Bastır!' diye tezahürat yaptığı zaman Fenerli, Beşiktaşlı seyircilerden kimse bağıramazdı. Ankaragücü şimdi 2.lig deniyor ama aslında 3.ligde, çok üzülüyorum."

Ankaragücü 1972-73. Üst sıra (soldan sağa): Ziya Taner (teknik direktör), Coşkun Süer, Selçuk Yalçıntaş, Baskın Soysal,
Aydın Tohumcu, Osman Zingi, Mehmet Aktan, İsmail Dilber, Candan Dumanlı (antrenör). Orta sıra: Zafer Göncüler,
Erman Toroğlu, Behzat Çınar, Metin Yılmaz, Abdullah Çevrim, ? . Alt sıra: Coşkun Akyel, Adnan Pirol,
Melih Atacan, Köksal Mesçi, Sakıp Özberk, Remzi Hotlar.

Coşkun Süer'in saydığı isimlerin oynadığı yıllar Ankaragücü'nün en başarılı dönemlerinden biriydi. 1971-72 sezonunda Türkiye Kupasını kazanmışlar, ertesi sezon yarı finalde Fenerbahçe'yi eleyip finalde Galatasaray'a kaybetmişlerdi: "Sekiz kişiyle İstanbul'da Fenerbahçe'yi 2-1 yendik. İlk golü biz atmıştık. Erman, Selçuk ve Tatar Metin atıldı. O sırada maç 1-1 devam ediyordu. Köksal santradan gitti, kaleci Datcu dışarı fırladı. Ceza sahasının dışında çalım attı ona, gitti golü attı. Çok büyük futbolcuydu. Kupayı aldığımız sene çeyrek finalde Beşiktaş'ı eledik. Ardından Bursaspor'u eledik ve finale kaldık. Türkiye Kupası finalinde Altay'ı 3-0 yendiğimiz maçta iki golü ben atmıştım." 




Türkiye Kupasını kazandıktan sonra ertesi sezon (1972-73) Avrupa Kupa Galipleri Kupasına katılan Ankaragücü'ne ilk turda çok kuvvetli bir rakip, İngiltere'nin Leeds United takımı çıkmıştı. Ankara'daki ilk maç 1-1 berabere biterken, rövanşta 1-0 yenilen Ankaragücü elenmişti: "Leeds United'la burada oynadığımız maçta beni düşürmüşlerdi, penaltı olmuştu. Orada da çok iyi oynadık. Fakat Leeds'in çok kuvvetli bir kadrosu vardı o zaman. Şimdiki Leeds gibi değildi, lig şampiyonluğu vardı. Biz bile inanmıyorduk tur atlayacağımıza.  Buradaki maçta Tatar Metin Bremner'e bastı. Bu sefer oradaki maçta Bremner daha 10.dakikada Tatar Metin'e bir bastı, tekmeliğini deldi. Sakatlanıp dışarıya çıktı Metin. Öyle kinciydi Bremner. 0-0 iken Behzat bir gol kaçırdı. Sonra 1-0 yenilip elendik." 

     



Coşkun Süer'in sporculuk yaşamında unutamadığı olaylardan biri de sakatlığını tedavi ettirmek için kendi imkânlarıyla Romanya'ya gitmesiydi: "Futbolculuk hayatımda çok sakatlık yaşadım. Federasyonda eğitim dairesi müdürlüğü yapan Teoman Yamanlar, futbolculuğu döneminde Ankaragücü'ne gelmişti. Onunla antrenmanda çarpıştık. Tam diz altında bir kemik vardır, o kırıldı. Bir iki ay oynayamadım. Sonra Amerikan hastanesinde ameliyat oldum ve on beş gün sonra oynamaya başladım. İlk sakatlığım buydu. Ardından daha büyük bir sakatlık yaşadım. Sonra 1973'te, yani Ankaragücü'nün en iyi olduğu zamanlarda, kasığımdan bir sakatlık yaşadım. Ankara ve İstanbul'daki doktorlar tedavi edemediler. Romanya'da Stenescu diye bir profesör bu işin uzmanıymış. Yönetime gidip durumu söyledim. 'Biz şimdi sana para veremeyiz, sen git tedavini ol, oynadığın ilk maçtan sonra bütün masraflarını veririz,' dediler. Şubat ayında arabama atlayıp gittim. O zamanlar için yeni olan Renault marka bir arabam vardı. İki buçuk metre karın altında karayolundan Bükreş'e gittim. Şansıma 50 yıldan beri Bükreş'e öyle kar yağmamış. Sabah çıktım, arabayı bulamadım. Oradaki spor okuluna gittim. Stenescu beni muayene etti ve bir ay sonra oynayabilirsin dedi. Japonya'dan bir hormon getirmişler, üç günde bir kasıktan iğneyle verdi. Ayrıca kalçadan vitamin iğnesi yaptı. Yaklaşık 13 gün kaldım. Orada çok hoş bir anım da var. Nadia Comaneci o zaman 12 yaşındaydı. Her gün iki saat onun idmanını seyrettim. Günde altı saat çalışıyordu. İnsan dünya çapında yıldız işte böyle oluyor. Hatta dönüşte herkese Comaneci diye biri var, ileride çok büyük sporcu olacak dedim, herkes gülüp geçti."


"Benim biraz Almancam vardı. Arabamla Romen hududundan giriş yaparken birisi beni arabanıza alır mısınız diye rica etti. Meğer adam Almanca biliyormuş. Yolda gidene kadar sohbet ettik. Adam bana çok yardım etti, hatta beni profesöre o getirdi. Ertesi gün o karda otelden alıp spor okuluna götürdü ve Stenescu ile tanıştırdı. Sonra beni ziyaret de etti. Ben de elimdeki yüzüğü çıkardım verdim. O zaman Romanya'da çok pahalıydı o tür şeyler. Adam almak istemedi, ben zorla verdim. Stenescu, 'Seni tedavi ederim ama iki şey istiyorum,' dedi. 'Birincisi, dolar bozdururken bankadan bozdur,' dedi. O zaman bankada 1 ley 1 dolardı. Halbuki biz 1 doları  sokakta 20 leye satıyorduk. Niye öyle istediğini sorunca, 'Başka türlü yapamayız, yoksa bizi hapse atarlar,' dedi. Onun üzerine 300 dolar bozdurdum bankada. Sonra, 'Bir şey daha istiyorum, iki tane Kodak film. Biz giremiyoruz, free shop'ta var,' dedi. Gidip bir kutu film aldım, içinde belki 40 tane film var, hepsini verdim." 


"Neticede tedavi olup döndüm. Fenerbahçe maçı vardı, oynayabilecek misin diye sordular. Bir depar attım, acıdı. Önce oynayamam dedim. Fakat sonra bir depar, bir depar daha, baktım durumum iyi. Hocamız Ziya Taner'di. Ona oynayabileceğimi söyledim. Beni kadroya yazdılar. Altı ay ayağıma top değmemiş, altı ay 10 metre bile koşmamışım. Ben Fener maçında 90 dakika oynadım ve maç 0-0 berabere bitti. Hiç unutmuyorum, maçtan sonra Salı günü çağırdılar beni. 6.000 lira para harcamıştım, onu verdiler. Böyle bir kulüptü Ankaragücü. Başkan Sabri Mermutlu un fabrikaları olan biriydi. Onunla uzun seneler çalıştık. Sonra MKE'nin genel müdürü olan biri başkan oldu. Futbolu bıraktıktan yıllar sonra son sakatlığımı kurslarda yaşadım. Dönüşleri gösteriyordum. Bir döndüm, diz küt diye gitti. Hemen İzmir'e dönüp MR çektirdim. Menisküsler yırtılmış. Burada ameliyat oldum." 

Marmara Otelinde kamp yapan Ankaragüçlü futbolcular Süleyman Demirel
ve Öztürk Serengil ile birlikte.
Coşkun Süer'i Romanya'ya kadar sürükleyen o sakatlık, aynı zamanda o senelerde bir futbolcunun hayatındaki en önemli olaylardan biri olan A milli takım formasını giymesine de engel olmuş: "Napoli'de İtalya ile oynayacağımız maçtan önce Coşkun Özarı, kontratak oynayacak süratli bir santrfor arıyor. Köksal A milli takım kadrosunda. 'Bizdeki Coşkun abi tam aradığın tipte bir oyuncu,' diyor. Benim şansıma, biz Samsunspor'la oynayacağız. Galatasaray da Giresunspor'la oynayacak. O maç oynandı, bizim maç Pazartesi'ye tehir oldu. Coşkun Özarı da gelip bizim maçı izledi. 2-0 mağluptuk, 2-2 berabere kaldık. İki golü de ben attım. Ertesi gün Hürriyet'te mili takıma seçileceğim haberi çıktı. Fakat enteresanlık şurada, kasığımdan sakatlığımın başladığı maç bu maç oldu. Ertesi gün Hürriyet gazetesini açtım ve bu haberle karşılaşınca hüngür hüngür ağlamaya başladım çünkü ayağımı çekemiyorum. O zaman da 29 yaşında filanım. 29 yaşında A milli takıma çağrılıyorum ve sakatlanıyorum. Neticede gidemedim o maça. Direkt oynayacağım bir maçtı. Hayatımdaki bu kırılma noktaları hep aleyhime işledi."

1971'de İran devletinin kuruluşunun 2500. yıldönümü kutlamaları için düzenlenen turnuvaya Federasyon Karması adıyla katılan ümit milli takımı. Ayaktakiler: Coşkun Süer, Vadi Kesimal, Mehmet Türken, İsmail Saçal, Fevzi Serban, Enver Ürekli.
Oturanlar: Timuçin Çuğ, Aydın Hepanıl, Ulvi Girginfırat, Niyazi Gülseven, Feridun Köse.
Ankaragücü yılları üzerine sohbet ederken kendisinde iz bırakan takım arkadaşlarını da anlatıyor Coşkun Hoca: "Futbolculuk ve hocalık dönemimde bir sürü futbolcu tanıdım. Bunların içinde bir Selçuk Yalçıntaş, iki Köksal Mesçi'dir. Onların üzerine orta saha tanımam. İnanılmaz zeki, inanılmaz teknik futbolculardı. Şimdi diyebilirsin ki o zamanki futbolla şimdiki bir değildi, o zaman baskı daha azdı. O zaman da ona göre çalışırdı. Onun için bu iki futbolcuyu hayatım boyunca unutmam. Onların dışında iki kalecimiz vardı, ikisi de hayatını kaybetti: Aydın Tohumcu ve Baskın Soysal. Aydın kalpten öldü. Baskın beş kardeşini de kanserden kaybetmişti. Kendisi lösemiye yakalandı. Çok iyi bir insandı, ailece görüşürdük. Ankara'da tedavi oldu. Bodrum'a yerleşti. Her ay Ankara'ya gidiyordu. Trombosit yüklüyorlardı. Bir gün bana telefon etti. 'Çok kötüyüm, Ankara'ya gidemeyeceğim, İzmir'e geliyorum,' dedi. O zaman UEFA kursunda, sahadaydım. Hemen kurstan izin aldım. Onu bekleyip karşıladım ve hastaneye getirdim. Trombosit yüklettik. Akşam bizde kaldı, yemeği birlikte yedik. Ertesi sabah kurs için ben erken kalkacaktım. Sarılıp öpüştük. 24 saat sonra Ankara'dan bir telefon: 'Coşkun hakkını helal et, ben yoğun bakıma giriyorum, çıkacağımı tahmin etmiyorum.' Girdi ve üç saat sonra vefat etti."


1973-74 sezonu sonunda futbolu bırakmaya niyetlenen Coşkun Süer, aklında hiç yokken kendisini bir anda Diyarbakır'da bulmasını şöyle anlatıyor: "O zamanlar erken bırakılıyordu futbol. Bana bir jübile yapın, artık bırakayım futbolu dedim. O arada Diyarbakırspor geldi. Aşağıda baktım bizim Candan Dumanlı var, beni çağırdı. Yanında Mehmet Kalfagil isimli bir adam. Diyarbakırspor 3.ligde o zaman. 'Gidin yahu' dedim. Adam, 'Niye öyle diyorsun? Sen kaç para istiyorsun söyle,' diye konuştu. 300.000 lira dedim ki o zamanlar için uçuk bir para. 'Bu kaç senelik?' diye sordu. 'İki senelik,' dedim. 'Sana bir senelik 150.000 lira veririm,' dedi. Düşüneyim diye karşılık verdim. Eve gittim. Hanım sorunca anlattım. 'Sen ne cevap verdin?' diye sordu. Cevabımı öğrenince, 'Ne düşünmesi yahu, yürü gidelim,' dedi. Diyarbakır'a gittik o sene. Hiç unutmuyorum, 20 Temmuz 1974 akşamı, yani Kıbrıs harekâtının olduğu gün yola çıktık. Yolda beni çevirdiler. Farlara mavi jelatin kağıdı kaplattılar. Ben o vaziyette Diyarbakır'a gittim."

Diyarbakırspor 1974-75 kadrosu. Üst sıra sol başta Coşkun Süer,
sağ başta Vehbi Günay.
"Diyarbakır'da çok severlerdi beni. Takım kaptanıydım. O zaman şimdiki terör olayları yoktu. Sağ-sol olayları vardı. Elazığ daha çok sağ görüşlü, Diyarbakır sol görüşlüydü. Elazığ plakalı bir araç Diyarbakır'a girdi mi yakarlar, ya da tersi olurdu. Ailem de gelmişti Diyarbakır'a, güzel bir yerde oturuyorduk. O zaman kaldığımız apartmanın ismini taksiye binip de taksi şoförüne söylediğin zaman hiç neresi filan diye sormadan getirirdi. Bir sene orada oynadım. Ertesi sene kulüp o rakamın altına düştü tabii. Birden o rakam çok büyük gelmişti. Ben bırakıyorum dedim ve döndüm."

Diyarbakır'da kaptan olarak sahaya çıkarken.
1974-75 sezonu sonunda futbol oynamayı bırakan Coşkun Süer, kısa bir aralıktan sonra teknik direktör olarak futbol dünyasına dönüşünü şöyle anlatıyor: "Benim bu duruma gelmem Metin'in sayesindedir. Neden diyeceksiniz? Ben Diyarbakır'dan döndüğümde Ankara'daki evim kiradaydı. O yüzden eşyalarla birlikte Eskişehir'e, kayınpederimin yanına yerleştik Ankara'daki ev boşalana kadar. Futbolu bıraktığım için bir boşluk yaşıyordum. Kayınpederim, 'Sen zeki bir insansın, Cici Şekerlemede seni satış mümessili yapalım,' dedi. Ben gittim bir haftada bütün şekerlerin isimlerini, vasıflarını filan öğrendim. Başlangıçta birkaç defa başka birisiyle işe çıktım. Sonra tek başıma Mersin'e gittim. Arabayla gezip toptan şeker pazarlıyorum. Mersin'de bir baktım Tatar Metin. 'Sen ne yapıyorsun burada?' diye sordu. Yaptığım işi anlatınca, 'Seni öldürürüm, hemen şu arabayı bırak. Sen Ankaragüçlü Büyük Coşkun'sun, senin yerin futbolun içi,' dedi. Ve ben onun sözü üzerine gittim, arabayı havaalanına bıraktım. Şirketi arayıp gelin arabayı buradan alın dedim. Atladım uçağa Ankara'ya gittim. Kayınpederime de sakın üzülme ben bu işi yapamayacağım dedim. Sabri Kiraz bir zamanlar bana futbolu bırakınca antrenör olmamı söylemişti. Candan abiye gittim, ben başlayayım altyapılarda dedim. Yönetim kuruluna getirmiş önerimi. Neticede ben Ankaragücü'nde 10 sene futbol oynayıp da sonra antrenörlüğe başlayan ilk kişiyim. Böylece benim kulübe 16 sene hizmetim oldu. Minik, yıldız, B genç, A genç, yardımcı antrenör oldum ve İsmet Arıkan'ın yardımcılığını yaptım.  Tatar Metin'in bana orada söylediği laflar hayatımda bir dönüm noktasıydı. Ben Ankara'ya gittim ve Ankaragücü'nde antrenörlüğe başladım."

Ankaragücü genç takımı.
"Ertesi sene Ankara Demirspor beni teknik direktör olarak almak istedi. Sene 1979-80 sezonu. Yönetime gittim, sizden izin almadan gitmek istemiyorum dedim. 24 saat müsaade et dediler. Ertesi günü çağırdılar, Ankaragücü'ne hoca oldun dediler. Böylece 1979'da Ankaragücü'ne hoca oldum. O sene 2. Ligde çok iyi bir sezon geçirdik. Mersin İdman Yurdu averajla çıktı. Halbuki sezon başında takımı bana küme düşmesin diye vermişlerdi çünkü herkesi satmışlar ve takım dağılmıştı. Fakat Maradona Sadık, Bonhof Nazmi gibi genç takımdan aldığım oyuncularla averajla şampiyonluğu kaybettik. Ertesi sezon için bir daha anlaştık. Sonra çok enteresan, ligler iyi gidiyor, şampiyonluğa oynayacağımız belli. Düzce'ye Türkiye Kupası maçına gidecektik. 'Hocam biz ligde iddialıyız, maça ikinci takımı getir, kupayı bırakalım,' dediler.  Ben, 'Bu bir antrenman maçıdır,' dedim ve tekliflerini kabul etmedim. Oradan da Karagümrük'le lig maçı oynamak için İstanbul'a geçecektik. Düzce'de 89.dakikaya kadar 2-0 galiptik. Son dakikada iki tane en iyi oyuncum atıldı. Biri Cüneyt Memişoğlu, diğeri stoper İhsan. Bu olayın üzerine, Karagümrük'e 1-0 yenilince yönetim benim üzerime geldi.
Ertesi hafta Kayseri maçı vardı ama yönetim üzerime gelmeye devam ediyordu. Kayseri'yi 3-0 yendik. Futbolcular da hissediyordu ayrılacağımı. Atılan her golden sonra bana koşuyorlardı. Neticede ben o maçtan sonra ayrıldım. İşin enteresan tarafı şu: bana kupadan elen diye baskı yaptılar. Benden sonra Yılmaz Gökdel geldi. Ligi kaybettiler fakat Türkiye Kupasında şampiyon oldular. Kupayı kazandıkları için Kenan Evren bir üst lige çıkardı. Kupa da bir ayak, niye bırakalım? Sonra kimse demedi ki, bak Coşkun Hoca zamanında böyle söylemişti."


"Ankaragücü'nden ayrıldıktan bir hafta sonra beni Ispartaspor istedi. Orada güzel bir sezon geçirdik. Dönüşte Kırıkkale'ye gittim. Bildiğiniz gibi Ankaragücü, Makine Kimya Endüstrisi'nin takımıdır. Benim oradan emekliliğim vardı. Takımdan ayrılınca Kırıkkalespor istedi beni. Orada bir idareci vardı, aynı zamanda Ankaragücü'nde idareciydi. 'Hocam ben seni bırakmam,' dedi. Kırıkkalespor 2.ligdeydi o zaman. Orada iki sene çalıştım. Sonra Konyaspor devreye girdi. Orada Mehmet Otluk diye bir talebem vardı, genel kaptan olmuş. Beni oraya getirdiler. Bir sene orada çalıştım."


"Sene 1984. Altay ikinci lige düşüp hemen birinci lige çıkmıştı. Genç ve idealist bir teknik direktörle çalışmak istiyor diye haberler çıktı. Neticede 1984'te Altay'ın teknik direktörü oldum. Fakat genel kaptan Kemal Zorlu'yla bir sürtüşme nedeniyle ikinci yarıda takımı bıraktım. Benim yerime Ömeragiç geldi. Ardından 1985-86 ve 1986-87'de, iki sene Göztepe'de hocalık yaptım. Zaten Adnan Süvari'den sonra iki sene üst üste çalışan tek adam bendim. Göztepe'den ayrılınca tekrar Kırıkkale'ye döndüm. Toplam dört sene çalıştım orada. Tekrar bir sene Isparta'da çalıştım. Birkaç kulüpte daha çalıştıktan sonra profesyonel antrenör olarak en son Manisaspor'u çalıştırdım. Fakat artık sıdkım sıyrılmıştı. Bundan sonra bırakacağım dedim. Antrenörlüğe başladığım yıllarda beni almak için araya adam sokarlardı. Mesela Diyarbakırspor beni istedi, rahmetli Coşkun Özarı'yı aracı yaptı. Coşkun abi beni hiç tanımazdı, ona rağmen bana telefon açtı. Aradan yirmi sene geçti, benim bir kulübe gitmek için artık araya adam sokmam lazımdı ki bu benim yapıma uymuyordu."

Altay yedek kulübesi. Sol başta Ayfer Elmastaşoğlu, yanında Coşkun Süer.
"O arada İzmirspor geldi ve bana altyapı koordinatörlüğü teklif etti. Orada iki buçuk yıl çalıştım, hatta o süre içinde yedi kişiyi altyapıdan A takıma çıkardık. Takım şampiyon olmadı diye suçlandım, halbuki genç takımlar A takıma, milli takıma oyuncu yetiştirmekle yükümlüdür. Öyle olunca ayrıldım. Allah'tan ayrılmışım, Gündüz Hoca (Gündüz Tekin Onay) beni federasyona aldı. 1997'de Futbol Federasyonu bölge antrenörü olarak İzmir'de göreve başladım. 1999'da Gündüz Hoca beni genç milli takımlar sorumlusu yaptı. İki buçuk yıl bu görevi sürdürdüm. Sonra yönetimler değişti, ben tekrar buraya teknik sorumlu olarak geldim. Bu arada TFF kurslarına hoca olarak gitmeye başladım. B ve A, teknik direktörlük kurslarında hocalık yaptım. Sonra UEFA kursları açıldı. İlk 19 kişiyle başladık. Eğitimci olarak başladık, UEFA A, B ve Pro kurslarını bitirdim. Sonra tutor (antrenör eğitmeni) kursunu bitirdim. Şu anda da yaklaşık 2008'den bu yana, bütün UEFA kurslarında eğitimcilik yapıyorum."


"Futbol hayatımdan ve antrenörlükten çok para kazanmadım ama çok insanlık kazandım. Karşılaştığım her futbolcunun elimi öpmesi, birisinin arkasını dönmemesi benim için en büyük sevinç kaynağıdır. Size bir örnek vereyim: Kırıkkalespor'da A takımını çalıştırıyorum. Genç takımda 17 yaşında bir oyuncu var. Onu izliyorum. Bir gün çağırdım, dedim ki, 'Mesut seni izliyorum, seni oynatacağım zaman alacağım,' dedim. Tamam hocam dedi. İçeride bir Giresun maçımız vardı, 0-0 devam ediyor. Mesut ısın dedim. Tam o ısınırken gol yedik, dakika 43-44 oldu. Mesut'a oturmasını söyledim. Mağlupken daha 17 yaşındaki bir çocuğu kaybetmek istemedim. O da anladı bunu. İki hafta sonra içeride Samsun maçı. Yine Mesut'a ısın dedim. Böyle bir tesadüf olur mu hayatta? Tak, gene gol yedik. Bana doğru geliyor, yürü gir dedim. Bir tane gol attı, bir tane attırdı, ondan sonra Mesut Bakkal oldu. Sonra onu Denizlispor'a sattık. Bizim başkanın 6 milyon alacağı varmış, bana geldi, 'Sen dünyanın en büyük hocasısın, benim burada on senedir para vermekten imanım gevremişti,' dedi. Bir gün TFF'nin kursundaydım. Kapı açıldı, Mesut Bakkal. 'Beni futbolcu yap dedin yaptım. Şimdi diyorsun ki beni A milli takıma antrenör yap, hadi bakalım,' dedim. 'Hocam Allah konuşturdu,' dedi. İki sene sonra Ersun Yanal'ın yardımcısı olarak A milli takımda hocalık yaptı. Bana telefon açtı, 'Hocam seni mahcup etmedim,' dedi. Bir seminerde Denizli'ye gelmişti, ben de orada hocayım. Mesut bu anıları orada da anlattı."


Coşkun Hoca 1985'ten beri İzmir'de yaşıyor ve halen TFF İzmir Bölge Müdürlüğü'nde görev yapıyor: "Antrenörlük hayatım boyunca Ankara'daki evimi hiç bozmadım. Bütün antrenörlük hayatımı bekar olarak yaşadım. Ancak Göztepe'ye geldiğim zaman burada bir daire alıp yerleştim. Yani İzmir'e yerleşmem 1985'te gerçekleşti. Şu anda burada bölge baş antrenörü olarak devam ediyorum. Gene kurslara gidiyorum. Bana ne zaman bırakacaksın bu işi diye sordular. Kurslarda hep aynı yüzü görmekten bıktılar. 'Aklımdan geçenle ağzımdan çıkan örtüşmemeye başladığı zaman ben bu işi bırakacağım,' dedim. Yaşlılık bu demektir. 40 yaşında, 50 yaşında çok yaşlı insan görüyorum. Ben 58 yaşında altı ay boyunca bilgisayar kursuna gittim. Sebebi de şu: bir gün ders veriyorum, o zaman tepegözler var. Bir tane akademili hoca geldi, koydu bilgisayarı, Powerpoint ile sunum yaptı. Ben de bir dahaki kursta böyle sunum yapacağım dedim. Mesleğimi seviyorum, insanlığa çok değer veriyorum." 









11 Kasım 2016 Cuma

Çetin Zeybek - Dünya Kupasındaki Kasımpaşalı

Tarih 14 Mart 1954. O zamanki adıyla Mithatpaşa Stadı, futbol tarihimizin en önemli maçlarından birine sahne oluyor. Milli takım 1954 Dünya Kupasına katılabilmek amacıyla İspanya'yla oynuyor. Takımlar sahaya çıktığı zaman Türkiye kadrosunda uzun boylu bir genç dikkat çekiyor. Kasımpaşa takımının santrhafı Çetin Zeybek o gün ilk defa giydiği ay-yıldızlı formayla sahada yer alıyor. O günlerin oyun sisteminde santrhaf mevkii takımın en önemli yerlerinden biri, nitekim genç Çetin'in görevi de İspanya'nın ünlü santrforu Kubala'yı tutmak. O gün ay-yıldızlılar takım olarak iyi bir mücadele sergiliyor ve Canavar Burhan'ın golüyle İspanya'yı 1-0 yeniyorlar. Sonrasını biliyorsunuz; İspanya'daki ilk maçı 4-1 kaybetmemize rağmen o günkü statü gereği gol averajına bakılmıyor ve tarafsız saha Roma'da üçüncü maç yapılıyor. 2-2 beraberlik ve sonuçta Franco isimli küçük İtalyan çocuğun çektiği kurayı kazanarak İsviçre'de düzenlenecek Dünya Kupasına ilk kez katılmaya hak kazanıyoruz.

Üç  büyük kulübün futbolcularının hakimiyeti altındaki milli takıma Kasımpaşa'dan seçilme başarısını gösteren Çetin Zeybek 1930'da Bandırma'da dünyaya geldi. İlk ve orta okulu Bandırma'da okudu. Forma giydiği ilk takım, Bandırma'nın o senelerdeki en popüler kulübü İdmanyurdu Gençlik oldu. Çetin Zeybek bu olayı şöyle anlatıyor: "Lisede okuduğum yıl, Bandırma'da Marmara Gençlik takımı resmen, yeni kurularak tüm iyi futbolcuları kadrosunda toplamıştı. O hafta da Marmara ile İdmanyurdu Gençlik arasında özel bir maç vardı. Ancak tüm kaliteli futbolcular Marmara Gençlik'te toplandığından İdmanyurdu takım kurmakta zorlanıyordu. Bandırma ise o günlerde bu maçın heyecanıyla çalkalanıyordu. Maç günü öğleyin, eve doğru gidiyordum. İdmanyurdu Kulübü lokalinin önünden geçerken yöneticisi Rafet Takunyacı bana seslendi. Yanına gittim. 'Şuradan kendine bir futbol ayakkabısı seç. Öğleden sonraki maçta Marmara'ya karşı oynayacaksın,' dedi. Çok şaşırdım. Henüz 16 yaşındayım ve kendimi hazır hissetmiyorum. Neyse maça çıktım. O gün şöhretli futbolculardan kurulu Marmara ile başa baş mücadele ederek 2-2 berabere kaldık. Bir hafta sonraki rövanş maçındaysa aynı kadroyla Marmara'yı 2-0 yendik."1

Balıkesir Karesi takımı, Mart 1949. Üst sıra sol baştaki Rıfkı Zeybek, yanında
Çetin Zeybek ve Erdoğan Güngören. Yıllar sonra Çetin Zeybek Bandırmaspor,
Erdoğan Güngören Balıkesirspor kurucuları arasında yer alacaklar.
                                                                                                    (Asaf Güngören)
Memleketin her köşesinde henüz lise bulunmayan o yıllarda eğitimine devam etmek isteyen Çetin Zeybek Balıkesir'e gitti. Balıkesir Lisesi'nde okuduğu yıllarda şehrin en kuvvetli takımlarından Karesi'de abisi Rıfkı Zeybek ile birlikte futbol oynamayı sürdürdü. Balıkesir ile Bandırma arasında eskiden beri yaşanan yoğun rekabette, Karesi formasıyla memleketinin takımına karşı oynadı. Bu konudaki anısını bizzat Çetin Zeybek'ten aktaralım: "Balıkesir Lisesi'nde okurken öğrenci lisansıyla futbol oynadığımdan sadece Balıkesir takımlarında forma giymeme izin verilirdi. Bu nedenle, zorunlu olarak Balıkesir Karesi takımının formasını giyiyordum. O zamanlar tüm arkadaşlarım Bandırma takımlarında yer aldıklarından, beni adeta dışlamışlardı. O gün Balıkesir'de, Balıkesir Karesi ile Bandırma İdmanyurdu Gençlik arasında şampiyonluğu etkileyecek bir maç vardı. Attığım iki golle öne geçtik. İdmanyurdu kalecisi Zoga Ahmet attığım ikinci golden sonra dayanamayarak bana şöyle bağırdı: 'Çetin, bana bunu da mı yapacaktın?' Ardından İdmanyurdu bir bahane ile sahadan çekildi."2


Birkaç yıl sonra Kasımpaşa'da
bir araya gelecek Seracettin
Kırklar (solda) ve Çetin Zeybek
Balıkesir Karması takımında.
(1920'den 2007'ye Bandırma'nın Spor Yolculuğu)

Karesi takımı oyuncuları Mayıs 1950'de Haydarpaşa Garı
önünde. Çetin Zeybek ayakta, sağ başta.
                                                                          (Asaf Güngören)
1950'de liseyi bitiren Çetin Zeybek, Karesi takımından arkadaşı Erdoğan Güngören ile birlikte üniversite eğitimine devam etmek üzere İstanbul'a gitti ve Eczacılık Fakültesi'ne girdi. Tahsiline devam ederken 1951-52 sezonundan itibaren Kasımpaşa takımında futbol oynamayı da sürdürdü. Ancak, oynadığı mevkide bir değişiklik olmuştu. Bandırma'da ve Karesi'de hep sağ iç olarak oynayan Çetin yeni kulübünde santrhaf olarak görev yapıyordu. Bu değişikliği birkaç yıl sonra takım arkadaşı Sedat Günertem'in kendisiyle yaptığı röportajda şöyle açıklıyordu: "Kasımpaşa kulübüne geldiğim zaman santrhaf mevkii boştu. İdareciler ve antrenörüm fizik kabiliyetimi nazarı itibara alarak bir iki deneme maçından sonra beni bu mevkide oynatmaya karar verdiler ve böylece santrhaf mevkiine yerleştim. İlk maçım da Fenerbahçe'ye 1-0 kaybettiğimiz ve hayatımın sonuna kadar unutamayacağım maçtır."3

Kasımpaşa 1953-54. Ayaktakiler (soldan): Sedat Günertem, Çetin Zeybek, Güngör Tetik, Misbah Ongan, ?, Hikmet Kızıltuğ,
Ali Ayyürek. Oturanlar (soldan): Ahmet Deniz, Ulvi Kirişçioğlu, Tayyar Budak, Kayhan Aksaraç.
                                                                                                                                                                              (Sedat Günertem)

Zaman geçtikçe yeni mevkisindeki acemiliğini atan Çetin Zeybek iyi bir santrhaf oldu. 1.85 gibi o döneme göre uzun sayılan boyu da bunda avantaj sağlıyordu. Takım arkadaşı kaleci Sedat Günertem'in ifadesiyle, "Havadan top geçirmez, güçlü, mücadeleci, iyi bir 5 numaraydı." 1953-54 sezonu Çetin Zeybek'in futbol hayatının en parlak dönemi oldu. Bandırma'dan arkadaşı Seracettin Kırklar'ın da kadrosunda yer aldığı Kasımpaşa o sezon Fenerbahçe'yi 3-2 ve 1-0 yendi, Galatasaray ve Beşiktaş'la birer maçta berabere kaldı. Genellikle alt sıralarda yer alan takım, üçüncü olan Fenerbahçe'yle aynı puana ulaşarak İstanbul Profesyonel Ligini averajla altıncı sırada bitirdi. Bu başarıda önemli rol oynayan Çetin Zeybek de bunun ödülünü milli takıma seçilerek aldı. 

Bir Beşiktaş-Kasımpaşa maçı
                                                                        (Sedat Günertem)

Bir Galatasaray-Kasımpaşa maçı. Kaleci Sedat Günertem topa hakim olmuş.
Sağ başta Reha Eken ve Çetin Zeybek, solda Ali Ayyürek, ortada Şükrü
Gülesin. Arkada Galatasaraylı Muzaffer Tokaç ve Kasımpaşalı
Güngör Tetik görülüyor.
                                                                                               (Sedat Günertem)
Yazının girişinde de bahsettiğimiz gibi İspanya ile Dünya Kupasına katılmak için yapılan üç maçın ikisinde forma giydi. Roma'daki üçüncü maçtan sonra yaşadıkları sevinci anılarında şöyle anlatmıştı: "90 dakika 2-2 sonuçlandı. Bu nedenle iş Dünya Kupası'na gidecek takımı kurayla belirlemeye kaldı. Hakem futbolculara soyunma odasına gitmelerini, kendisinin, Türkiye ve İspanya yöneticilerinin katılımıyla stadın bir odasında kura çekeceğini söyledi. Biz soyunma odamıza geçerek heyecanla beklemeye başladık. Aradan bir süre geçmişti ki dışarıdan, 'Türkiye, Türkiye,' diye bir ses duyduk. Baktık ki futbolcu arkadaşımız Beton Mustafa bağırarak geliyor. Kurayı bizim kazandığımızı, İsviçre'deki Dünya Kupası'na bizim katılacağımızı söyleyince bir sevinç yumağı olarak birbirimize sarıldık. Meğer Beton Mustafa maçtan sonra acele giyinerek kuranın çekildiği odaya girip, ardından da müjdeyi bize ulaştırmıştı. Daha sonra bu kurayı hakemlerin küçük bir çocuğa çektirdiğini öğrendik."4  

İstanbul'da 1-0 kazanılan İspanya maçından sonra.
                                                          (İstanbul Ekspres)
Milli takım oyuncularından bir grup Roma dönüşü yurtta. Ayaktakiler:
Şükrü Ersoy, Feridun Bugeker, Burhan Sargın, Lefter Küçükandonyadis,
Naci Erdem. Oturanlar: Çetin Zeybek, Basri Dirimlili,
Rıdvan Bolatlı, Akgün Kaçmaz.
                                                                                                           (Yeni Asır)
Çetin Zeybek Dünya Kupasına giden milli takım kadrosunda da yer aldı ve üç maçın tümünde forma giydi. Ne var ki Almanya ile yapılan ve 7-2 kaybettiğimiz son maçta ciddi bir sakatlık geçirdi. Futbolcuların o yıllarda kâbusu olan menisküs sakatlığı yüzünden uzun müddet futbol oynayamadı. Yaşadığı sakatlığı şöyle anlatıyordu: "Maçın ilk devresinde havadan gelen topa Fritz Walter ve sol haf Rober'le birlikte çıktık. Yere düştüğüm zaman sağ bacağım dizimden dönmüştü. Beni saha kenarına alarak tedavi ettiler. Oyuna tekrar sağ açık olarak başladım. Verilen bir pasa yetişmek isterken olduğum yerde yığılıp kaldım. Maçın geri kalan kısmını saha kenarında sedyede seyrettim." Dünya Kupasından dönüşte uzun müddet idmanlara bile çıkamadı. 1954-55 sezonunun üçüncü haftasındaki Emniyet müsabakası o sezon oynadığı ilk ve son maç oldu. İkinci yarısında forvete geçip bir de gol attığı bu maçtan sonra sezonu kapadı.

Dünya Kupasındaki ilk maçımız. 17 Haziran 1954, Bern. F. Almanya 4 - Türkiye 1.
Soldan sağa: Turgay Şeren, Çetin Zeybek, Suat Mamat, Basri Dirimlili, Feridun Bugeker, Rıdvan Bolatlı,
Burhan Sargın, Rober Eryol, Mustafa Ertan, Lefter Küçükandonyadis, Erol Keskin.
                                                                                                                                                                                 (Erol Keskin)
O tarihlerde ülkemizde menisküs ameliyatı yapılamadığından sakatlanan futbolcular yurtdışına gönderiliyordu. Fakat maddi imkânları kısıtlı olan Kasımpaşa kulübü futbolcusunu tedavi ettirmek için uzun süre beklemek zorunda kaldı. Sonunda federasyonun da desteğiyle İstanbul'a gelen yabancı bir hekim tarafından ameliyat edilen Çetin Zeybek, 1955-56 sezonunda birkaç maçta oynadıktan sonra sakatlığı nüksetti. Milli futbolcu sahalarda son kez 1959-60 sezonunda görüldü. Milli Lige yükselen Feriköy takımının antrenörlüğünü o sezon Gündüz Kılıç üstlenmişti. Baba Gündüz bu tecrübeli futbolcuyu da kadroya katmak istiyordu. Çetin Zeybek sakat olduğunu belirtip önce teklifi reddetse de Baba Gündüz'ün ısrarına karşı koyamadı ve Feriköy takımına transfer oldu. Fakat artık eski veriminden eser yoktu. Maç kadrosuna giremeyen oyuncuların yer aldığı birkaç özel maçta oynadı ve 6 Şubat 1960'da İzmir'de oynanan Altınordu-Feriköy lig müsabakasıyla son resmî maçına çıktı.

Feriköy-Elektrik takımları arasında oynanan hazırlık maçı.
Çetin Zeybek sağdaki çubuklu formalı oyuncu.
                                                                                                            (Milliyet)
Bandırmaspor yedek kulübesi bir maçta. Soldan sağa: umumi kaptan Mustafa
Kılkışlı, antrenör Erdoğan Tokol, Çetin Zeybek ve yedek kaleci Taner.
                                                                                                     (Levent Tavgaç)
Kasımpaşa'da oynadığı yıllarda Eczacılık Fakültesinden mezun olan Çetin Zeybek futbolu bıraktıktan sonra memleketi Bandırma'ya dönerek bir eczane açtı. 1965'te kurulan Bandırmaspor'un kurucu üyeleri arasında yer aldı. Bu kulüpte uzun yıllar boyunca yöneticilik ve umumî kaptanlık yaptı. 1980'lerde siyasete atıldı ve SHP'nin Bandırma ilçe teşkilatı kurucuları arasında yer aldı. 1987 genel seçimlerinde Balıkesir ikinci bölgede SHP'nin birinci sıradaki milletvekili adayı olması onun sevilen kişiliğinin göstergesiydi. Çetin Zeybek 9 Kasım 1990'da geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybettiğinde henüz 60 yaşındaydı.


(1920'den 2007'ye Bandırma'nın Spor Yolculuğu)

Dipnotlar:

1- Önder Balıkçı, Ahmet Pesen - 1920'den 2007'ye Bandırma'nın Spor Yolculuğu.
2- a.g.e.
3- Günlük Spor gazetesi, 29 Ocak 1957.
4- 1920'den 2007'ye Bandırma'nın Spor Yolculuğu.


Bu yazının hazırlanmasındaki değerli katkılarından ötürü Asaf Güngören ve Levent Tavganç'a teşekkürlerimi sunarım.

6 Kasım 2016 Pazar

Rauf Başaran: Beykoz Kazandı mı Bütün Vapur İnlerdi

Milli Ligin henüz başlamadığı 1950'li senelerde, İstanbul Profesyonel Liginin istikrarlı takımlarından biriydi Beykoz. Üç büyüklerin saltanatını yıkmak gibi bir iddiası olmasa da, beklenmedik anlarda onları mağlup ederek canını yakması alışılan bir durumdu. Beykoz Çayırında top oynayarak büyüyen çocuklar sarı-siyahlı takımın doğal oyuncu kaynağıydı. İşte bunlardan biri Beykoz'da uzun yıllar sağ bek olarak oynayan Rauf Başaran'dı. Beykoz Çayırından başlayarak A takıma yükselme sürecini şöyle anlatıyor:
"1932 Kırıkkale doğumluyum. Babam subaydı. Oradayken askerden ayrılmış ve Sümerbank Beykoz fabrikasına kapı amiri olarak girmiş. Beykoz'a taşındığımızda ben yaklaşık iki yaşındaydım. Ben daha küçükken  Beykoz Çayırında yalınayak başıkabak top oynamaya başladım. Ayakkabımız yoktu. Hali vakti yerinde olan çocukların topu vardı. O yüzden iyi oynamasalar da takıma girerlerdi. Kimde top varsa hemen çayırda bir takım kurulurdu. Top oynamak uğruna okula gitmez, çantayı bir tarafa attığım gibi maça dalardım. O yüzden annem beni maşayla çok dövmüştür."


"İlkokulu bitirir bitirmez Beykoz genç takımına girdim. Sonra B takımına, sonra A takımına geçtim. Genç takımı Gazanfer (Olcayto) abi çalıştırırdı. Mustafa amca vardı yine genç takımla ilgilenen. Yaşar Nurten diye biri vardı. O da genç takımla çok alakadar olurdu. Yazın genç takım kurar, çayırda maçlar yaptırırdı. Sağa sola götürürdü. Tarabya'ya giderdik mesela, Anadolukavağı'na giderdik. Oralardaki takımlarla maç yapardık. Şimdi ne öyle kimseler, ne öyle sahalar kaldı. Gerçi Beykoz Çayırı bugün de müsait ama başka yerlerde boş saha kalmadı. Futbolda ilerleme yok çünkü yetiştirecek adam da kalmadı."

1951'de Beykoz Çayırında bir yazlık takım. Rauf Başaran ayakta sol başta.
Sağ başta oturan Beykoz ve Beşiktaş'ta oynayan Nusret Ülük.

Yine bir yazlık takım. Rauf Başaran alt sırada sol başta. Kalecinin öbür
yanında Nusret Dalkıran (Katır Nusret) var. Orta sıra sol baştaki Hasan Önal
(Helvacı Hasan), yanında Saim Tayşengil ve Sabri Selek. Üst sırada
soldan ikinci Bomba Ahmet.

1951-52 sezonunda A takıma giren Rauf Başaran o yıllardaki ortamı şöyle anlatıyor: "Beykoz'la Bahadır ve Gazanfer Olcayto kardeşler çok haşır neşir olurdu. Sonra bir ara Şeref Görkey antrenör oldu. Onun zamanında çok iyi durumlardaydık. Beşiktaş ve Galatasaray'la bir ara başa baş durumdaydık. Şeref abi maç kazandığımız zaman kendi cebinden bize para verirdi. Hali vakti yerindeydi. O zaman Boğaz'da köprü filan yok, hususi arabayla antrenmana gelirdi. İstinye-Paşabahçe arasında çalışan arabalı vapurla geçerdi. Çok disiplinli bir insandı. O gelmeden soyunup sahaya çıkmazdık. O geldikten sonra herkes soyunup sahaya çıkardı. Dediğim dedik bir insandı."


Beykoz Çayırında bir idman. Ön sırada Rauf ve Fahrettin, ikinci sırada Ziya
ve Abdullah Matay koşuyor. Ziya'nın arkasında Katır Nusret var.
Sağ başta antrenör Şeref Görkey görülüyor.
Aydın Sümer (solda) ile.
İlk sezon A takımda fazla oynama şansı bulamayan Rauf Başaran askere gitmiş ve dönüşünde Beykoz'un değişmez elemanlarından biri olmuş: "1952-54 arası askerdeydim. İki sene boyunca Beykoz'da oynamadım. Askerliğimi hava eri olarak yaptım. Önce Kütahya'ya gittim. Sonra Ankara'ya çağırdılar. Fenerli Basri Dirimlili ve Naci Erdem asker arkadaşımdı. Naci Karagümrük'teydi daha. Orada bir müddet Havagücü'nde oynadım. Sonra Ankara'dan Kayseri'ye yolladılar. Oradaki Havagücü'nde oynadım. Kayseri'de çok iyi günlerim geçti. Dönünce yine Beykoz'da oynadım. Askerden dönüşte rahmetli Aydın ile bana profesyonel mukavele yaptılar ama bize maaş filan vermediler. Fabrikadan aldığımız maaşla geçiniyorduk. Onun dışında maç kazandığımız zaman prim verilirdi. Onu da ya 15 gün, ya bir ay sonra alabilirdik. Yalnız üç büyükleri yendiğimiz zaman prim ikiye katlanırdı. Normal galibiyet 12,5 lira prim alıyorsak, onları yenince 25 lira alırdık. O zamanlar Beykoz ve civarındaki fabrikalar binlerce insanın geçim kaynağıydı. Fakat şimdi Beykoz'da Sümerbank Kundura Fabrikası, Paşabahçe'de Rakı Fabrikası ve Şişe-Cam kapandı. Shell de artık ufak bir nakliyat yapıyor, eskisi kadar faal değil. Sümerbank Kundura Fabrikasında 1.900 kişi çalışırdı."

1950'lerin başında Beykoz Çayırında bir başka yazlık takım. Rauf Başaran
alt sıra sağ başta. Yanında kaleci Selman. Orta sıra sağ başta Aziz. Üst sıra
Koço Nusret (Ülük), Cevat ve Nizamettin.

Rauf Başaran'ın oynadığı dönemde Beykoz'un unutulmaz maçlarından biri Fenerbahçe'yi 1-0 yendiği karşılaşmaydı (2 Şubat 1957). O maçı şöyle hatırlıyor Rauf Başaran: "Ben hep sağ bek oynadım. Bir tek maçta 5 numara (santrhaf) oynadım, o da Fenerbahçe'yi 1-0 yendiğimiz maçtı. Rahmetli Şeref abinin zamanıydı. Kimsenin takımdaki yeri garanti değildi. Herkes soyunma odasına gelir, maça 15 dakika kala daha takım belli değil. Mesela Necmi o zaman en iyi kaleci, soyunmamış. Şeref abi gelir, takımı açıklardı. O Fener maçından önce de takımı açıklamaya başladı. Kalede Necmi, sağ bek Ekerbiçer dedi. O öyle deyince ben kızaktayım diye düşündüm. Sonra İsmet ve Hasan dedi, sonra benim ismimi söyledi. Orta sahaya almış beni ki, ben boyum nedeniyle hava toplarına o kadar hakim değildim. Fakat Fenerbahçe'de Şirzat Dağcı oynuyordu, ki o da Beykoz'dan gitmişti. Onunla aynı boydaydık, onun karşısına koydu beni. O gün gayet güzel bir oyun tutturduk. Abdullah Matay 5.dakikada golü attı. Fahrettin aslında sol iç oynardı. O gün geride oynadı. Erdoğan onun yerinde oynamıştı. Fahrettin çok iyi oynamıştı, onun ayağından top almak imkansızdı. Ancak sert faul yapacaksın almak için. Sonra Nusret Ülük vardı, Beşiktaş'ta oynamış. O da Beykozludur."  

1-0 kazanılan Fenerbahçe maçının sonu. Soldan sağa Ekerbiçer, Erdinç,
Fahrettin, B. Erdoğan (9 numara), İsmet ve Rauf.

"Ben çok seriydim, 100 metreyi gayet iyi koşardım. Ekerbiçer'den seken topların yüzde 80'ini toplardım. İsmet Berberoğlu da çok ağırdı ama çok iyi futbolcuydu. Pozisyonu çok iyi takip ederdi. Mesela Galatasaraylı sağ açık İsfendiyar herkesi geçerdi ama İsmet geldi mi karşısına tutulurdu. İsmet öyle hemen fırlamazdı. Sağ bek olarak ben sert bir futbolcuydum, acımazdım. Topla beraber sert oynardım. Hatta Ankara Demirspor'da oynarken bir Fenerbahçe maçında Lefter'e bir girdim, iki metre geriye gitti. Hakemi çağırdı. Hakem bana dışarı dedi, sesimi çıkarmadan çıktım. Fakat onun dışında ihraç olduğum başka maç olmadı. Biz forma aşkıyla oynardık. Herkes birbirine yardımcı olurdu. Mesela şimdi televizyonda maç seyrediyorum, müdafaa ileri gitmiş, geri gelen yok. Bizde herkes arkadaşına yardım ederdi. Herkes kendi başına oynasa hiç muvaffak olamazsın."

1955-56 sezonunda 1-1 biten Beykoz-Fenerbahçe maçı.

O yılların yaygın WM sistemine göre Beykoz takımının dizilişini şöyle sayıyor Rauf Başaran: "Beykoz'un kolay değişmeyen bir kadrosu vardı: Kaleci Necmi- sağ bek Rauf, sol bek İsmet - sağ haf Hasan, santrhaf Ekerbiçer, sol haf Küçük Erdoğan - sağ açık Ziya, sağ iç Büyük Erdoğan, santrfor Katır Nusret, sol iç Fahrettin, sol açık Abdullah. Katır Nusret çok iyi oyuncuydu ama çok telaşlı bir adamdı. Yüzde yüz atacağı golü atamazdı, bir bakarsın 30 metreden topa vurur gol yapardı. Çalım atma gibi özellikleri yoktu. Onun önüne topu yuvarlayacaksın, o boş sahada yakalarsa ne ala. Tekniği zayıf ama çok kuvvetli ve hırslı bir futbolcuydu. Biz oynadığımız devirde bekler fazla ileri çıkmazdı. Rahmetli Bahadır Olcayto bize santrayı aşmayacaksınız derdi. O zaman adam markajı yapılırdı. Tuttuğun adam nereye giderse sen de oraya giderdin. Ekerbiçer bile boyu çok uzun olduğu halde, korner atışlarında ileri çıkmazdı." 

Rauf Başaran'ın saydığı ideal kadrodan biraz farklı ve muhtemelen 1955-56 sezonunda bir Beykoz kadrosu.
Ayaktakiler: Necmi Mutlu, Haluk Eralp, Şirzat Dağcı, İsmet Berberoğlu, Rıdvan Tezerdem, Mehmet Ekerbiçer.
Oturanlar: Fahrettin Cansever, Ziya Baydar, Hasan Önal, Erdoğan Gürhan, Rauf Başaran.

Beykoz kulübü tarihindeki en önemli olaylardan biri 1957'de Atatürk Kupasının kazanılmasıydı. Böyle bir turnuva düzenlenmesinin fikir babası o tarihte MTTB başkanlığını yapan Necati Karakaya'ydı. Amaç bu maçlardan elde edilecek gelirle İstanbul Üniversitesi bahçesine büyük bir Atatürk heykeli yaptırmaktı. Turnuvada şampiyon olacak takıma Karakaya'ya göre 2 metre boyunda, 200 kilo ağırlığında bir kupa verilecekti. 1955'te düzenlenen ilk kupayı Adalet takımı kazandı. Milliyet gazetesinde anılarını yazan Necati Karakaya 1957'deki ikinci kupadan şöyle bahsediyordu: "Sahiplenmek için heyecanla bekleyen Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş yine hüsrana uğradı. Çünkü bu sefer de şampiyonluğu Beykoz kazandı. Şampiyonluk turuysa iki yıl öncekinden çok daha sıcaktı. Seyirci sahaya indi, kupayı omuzladı. Alkışlar, sloganlar arasında Dolmabahçe'den Beşiktaş iskelesine kadar taşıdı. Buradan Şehir Hatları vapuruna konularak eller üzerinde Beykoz kulübüne taşındı."

Bir Galatasaray-Beykoz maçı. Sol başta Metin Oktay, arkasında kaleci
Necmi Mutlu. 2 numaralı Rauf Başaran, Ekerbiçer ve Helvacı Hasan
topu uzaklaştırıyorlar.

Beykoz'un 1957'de çıktığı Bulgaristan ve Romanya turnesinde
Bulgaristan'da yaptığı bir maç.

Bu olayı hatırlattığımız zaman Rauf Başaran bir an dalıp o günlere gidiyor ve şunları anlatıyor: "Atatürk Kupasını kazandığımız zaman bütün seyircilerle beraber vapura binip Beykoz'a dönmüştük. Vapur Kanlıca burnunu döndüğü zaman bütün seyirciler bağıra bağıra geldik. Zaten Beykoz kazandı mı bütün vapur inlerdi. Yenildiyse hiç çıt çıkmazdı. O zaman Beykoz'un çok taraftarı vardı. Kupayla iskeleye indiğimizde muazzam bir kalabalık karşıladı bizi. Maçlardan çıkışta Beşiktaş'tan vapura binerdik. Vapur Kandilli'ye geçer, sonra Kanlıca, Anadoluhisarı, Çubuklu, Paşabahçe'ye uğrayıp Beykoz'a varırdı. Bizim devir paralı devir değildi. Şimdi bakıyorsun 3.lig takımı bile futbolcuya çok para veriyor. Üstelik şimdiki futbol çok yumuşak. Dolmabahçe'de bir yağmur yağdığı zaman topa vuramazdın çünkü çamurdan çıkmazdı. Şeref Stadı toprak, Vefa Stadı kumdu. Ayakkabıları Dinyakos'a yaptırırdık. Bir tane antrenman ayakkabısı, bir tane maç ayakkabısı olurdu. Onun da parasını kendi cebimizden öderdik. Ayakkabıyı da ha deyince alamazdın, sıra beklerdin. Fakat adamın ayakkabıları şahaneydi. Fıstık gibi ayağına oturur, topa vurdun mu top da ona göre giderdi. Formalar da herkese birer taneydi, fazla forma yoktu. Bizim formaları Nuri Baba yıkardı rahmetli, sonra kuruturdu, giyip maça çıkardık."

1955-56 sezonunda Beykoz'un Beşiktaş'ı 2-1 yendiği maç. Beykoz kalecisi
Necmi Mutlu. Direk dibinde Rauf Başaran ve yanında Metin Erman.
Arka planda Mehmet Ekerbiçer görülüyor.

Rauf Başaran Beykoz'dan ayrılmayı düşünmediği bir sırada kendisini Ankara'da bulmuş ve 1959-60 sezonundan itibaren Demirspor formasını giymeye başlamış. Bunun sebebini ve o yıllardaki Demirspor kulübünü şöyle anlatıyor: "Bir Beşiktaş maçında sol bek Münir ile çarpıştık, ayağım kırıldı. Fakat maç esnasında anlaşılmadı. Ayağıma bandaj yapıldı, o vaziyette maçın sonuna kadar devam ettim. Şimdiki tıbbi imkanlar yok. Bir alçıya aldılar, dizime kadar. Tabii futbolcu sakatlandı mı hemen gözden düşersin. Devre sonuna denk gelmişti o maç. Masör Yorgo'nun salonunda tedavi gördüm. O zaman sıcak parafinle tedavi yapılıyordu. O yüzden belki daha uzun sürüyordu sakatlık. İyileştikten bir süre sonra Ankara Demirspor istedi beni. 1959 senesinde oraya gittim. Karagümrük'ten Ali Rıza da oraya gelmişti. Sağ iç oynardı. Sol iç Timuçin, santrfor Fikri, sol açık Fenerbahçeli Selahattin Torkal'ın kardeşi Celal vardı. Hüsnü sağ haf, Erkan Kural, Beşiktaşlı Celal, kaleci Pire Mehmet - kısa boyluydu ama çok çevikti. Ankara'da üç sezon oynadım, 1962'de döndüm. Demirsporlu futbolcuların yüzde 80'i DDY'de çalışırdı. Deplasmanlara trenle giderdik. Bir vagon tamamen bizim takıma aitti. İstanbul'a geldiğimiz zaman, Menekşe'de DDY kamp tesislerinde kamp yapardık. Maaşlarımız hiç aksamazdı. Beykoz kulübünün hiçbir gelir kaynağı yoktu. Demirspor'da ise her işçiden 20-25 lira gibi cüzi bir para kesilirdi. Fakat fazla taraftarı yoktu. Ankaragücü'nün muazzam seyircisi vardı o zaman. Fahrettin (Cansever) abi de Ankaragücü'nde oynamıştı o sırada. Bir taksisi vardı, onunla müşteri taşırdı. O devrin en iyi topçularındandı ama para kazanmak için taksicilik yapıyordu."

Ankara Demirspor takımı 1959-60 sezonu açılışında. Rauf Başaran alt sırada sağdan ikinci.
Üst sırada soldan üçüncü gol kralı Fikri Elma.
19 Mayıs Stadında bir maçta Demirspor kalecisi Fikri topu yumrukluyor.
Arkada sağda Rauf Başaran (koyu formalı) ve sol başta Süreyya Özkefe var.

Rauf Başaran'ın futboldaki son durağı İstanbul'un Adalet kulübü olmuş ve 1962-64 arasında kırmızı-beyazlı takımda oynamış: "Ankara'dan tekrar İstanbul'a döndüm. Turgay Şeren'in tavsiyesiyle Adalet takımına girdim. Rahmetli Selahattin (Torkal) abi oynuyordu daha. Adalet ikinci lige düşmüştü o zaman. Kulübün maddi durumu artık eskisi gibi değildi. Para veremezlerse battaniye verirlerdi. Bir sürü battaniyemiz olmuştu. İki sezon orada oynadıktan sonra futbolu bıraktım. Maçlar Şeref Stadında, Vefa Stadında oynanıyordu. Zemin kötüydü, kumdu. Düştün mü bacakların zımpara gibi soyuluyordu. Beykoz'da oynarken, Şeref Stadında yaptığımız bir maçta topu denize atmıştım. Top ayağıma öyle bir oturdu ki, bilerek vursan öyle gitmez. Milletin üzerinden aşağıya gitti. İşte öyle sahalarda oynadıktan sonra artık futbolu bırakmaya karar verdim."

Adalet takımının 1963-64 kadrosu. Rauf Başaran ayakta sağ başta. Sağdan üçüncü Erdoğan Şenay.  Bu kadroda Beykozlu
Hasan Önal (Helvacı Hasan) da alt sırada sağ başta görülüyor.


Adalet döneminden bir hatıra. Soldan itibaren: ? ,
Hasan Önal, Erdoğan Şenay ve Rauf Başaran.

Futbolu bıraktıktan sonra antrenörlüğü düşünmemiş Rauf Başaran. Emekli olduktan sonra Beykoz'dan da ayrılmış ve Ziverbey semtine taşınmış. Lakin fırsat buldukça Beykoz'a gidip eski arkadaşlarını ziyaret ediyor: "Asabi bir mizacım olduğu için antrenörlük yapmadım. Futbolu bıraktıktan sonra Sümerbank'ta çalışmaya devam ettim ve oradan emekli oldum. Buraya taşındığımızdan beri Beykoz'u bırakmadım. Fırsat buldukça gidiyorum ama artık ya iki ya üç tanıdık görebiliyorum, herkes yabancı."